Her ülke kendi sistemiyle,kendine has ve öne çıkanbazı özelliklere sahiptir. Bu açıdan Küba; politikacıların, araştırmacıların ve politik açıdan sempati duyanların ilgi odağı haline gelmiştir. Fidel Castro liderliğinde 1959 yılındagerçekleşen devrim, Küba için önemli sonuçlar doğurmuştur. Devrim sonrası süreçte ABD’nin uyguladığı sıkı ambargolara karşın Sovyetler Birliği’ndenbüyük destek gören Küba, soğuk savaş yıllarında dünya siyasetinde önemli bir role sahip olmuştur. Bu süreçte Küba sağlık göstergelerinde belirgin ilerlemeler kaydetmiştir. Sağlık hizmetlerinin sadece devlet tarafından ve tamamen parasız sunulduğu ve koruyucu sağlık hizmetlerinin merkezde yer aldığı bir yaklaşımla gelişmeler yaşanmıştır.
Can alıcı soru şudur: Küba sağlık sistemi gerçekten başarılı bir örnek midir yoksa ideolojik yaklaşımlarla abartılan bir sistem midir? Türkçe kaynaklarda methiyelerin bol olduğu, salt sosyalizm taraftarlığıyla yazılmış çok sayıda yazı bulunmaktadır. Bu yazıların birçoğunda sistemin zayıf yönleri ve gelecekte sistemi bekleyen tehlikeler ele alınmamaktadır. Yabancı yayınlarda ise kapitalist sistem (!) örgütlerinin (DSÖ, UNICEF, Dünya Bankası gibi) verileri kullanılarak ortaya koyulan sonuçlara göre Küba’nın sağlık hizmetleri açısından örnek gösterildiğini ve başarılı bulunduğunu belirtmek gerekir. Ülkenin ana gelir kaynağı tarım sektörünün ABD şirketlerinin kontrolünde olduğu 1959’a kadar Küba, ABD etkisinin dünyada en çok görüldüğü ülkelerden biridir. Bundan sonrası için Küba’da iki dönüm noktası vardır. Birincisi 1959 devrimi, ikincisi 1991’de Sovyetler Birliği’nin (SSCB) yıkılmasıdır. Özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrası Küba ilk yıllarda ekonomik açıdan ciddi sıkıntılar yaşanmış, bu durumu fırsat olarak gören ABD ise Küba’ya uyguladığı ambargoları 90’ların başında daha da artırarak ülkeyi adeta boğma noktasına gelmiştir. Tüm zorluklara rağmen Küba bu süreci az hasarla atlatmasını bilmiştir. ABD Senatosunun 2009 yılında yayımladığı bir raporda, Küba’ya uygulanan ambargonun başarısızlıkla sonuçlandığı ifade edilmiştir. Barack Obama, görev süresinin dolmasına kısa bir süre kala Küba’yı ziyaret ederek 88 yıl sonra ülkeye giden ilk ABD Başkanı oldu. Bu ziyaret sonrası iki ülke arası ilişkilerin ne seviyeye geleceğini şimdilik bilmemekteyiz. Fakat sağlık sistemi açısından dünyada sağlık hizmetlerinin pazara en çok bırakıldığı ülke olan ABD ile sağlık hizmetlerinde devletin rolünün en yoğun olduğu Küba’nın yakınlaşmasının sonuçları ilginç olacaktır. Küba’yı ilgi çekici kılan noktaların belki de en önemlisi, ekonomik büyüklük olarak dünyanın ilk 80 ülkesine girmeyen bir ülkenin sağlık göstergelerinin gelişmiş ülkeler seviyesinde olmasıdır.
2000’li yıllarda kişi başına gelir hızla artmıştır. Gelir artışıyla birlikte sağlığa ayrılan kaynak da artmıştır. Asıl başarı 2000 öncesinde sağlanmıştır; ancak mahrumiyet dönemlerinde sağlık göstergelerinde sağlanan başarı 2000 sonrasında devam etmiştir. Küba sağlığa çok para ayırmadan da akılcı politika ve uygulamalarla istenilen düzeye gelinebileceğini dünyaya gösteren bir örnek olmuştur. Sınırlı kaynakları doğru bir şekilde kullanarak, ülkenin ihtiyaçlarına göre bir sistem meydana getirildiğinde olumlu sonuçlar elde edilebilmektedir.
Ülkeler sağlığa kaynak ayırmakta zorlandıklarını bahane ederken, ekonomik olarak daha zayıf bir ülkenin ayırdığı kaynak ve verimin üst düzey olması dikkat çekicidir. Bu yüzden her ülkenin Küba örneğinden çıkaracağı bir ders mutlaka olacaktır.